Biraz uyuyabilmişimiydi ne? Yada
sızıp kalmışmıydı? Farkında değildi.
Zaten önemli de değildi. Nasıl olsa 14:00 haberleri biraz sonraydı. Aklı hep
oradaydı bu sıralar.
Yıllar ne çabuk geçti diye
düşündü. Fakat son bir ay bir türlü geçmiyordu. Geçiyordu da ona geçmiyor
gibiydi.
Dile kolay yetmiş beş yıl.
Zihninde yetmiş beş yılı ay olarak, gün olarak hesaplamaya çalıştı, olmadı.
Acaba diyordu, canım kızım nasıl o kadar ince hesapları yapabiliyor, nasılda
kafası çalışıyor?
“Ödevini yaptın mı? Türkçe ödevi
kapağı güzel olmamış” diyen karısını düşündü. Acaba 14:00 haberlerini o da
merakla bekliyor muydu? Bu nasıl düşünce tabi ki bekliyor diye kızdı kendine.
Sonra kendini düşündü:
-Dört çarpı dokuz?
- Otuz dokuz, şeyyy otuz iki,
hayır yaaa otuz altı.
Oysa kızının “tak” diye sonucu
bilmesini istiyordu.
Aslında çok zorlanmasını, hep
ders çalışmasını istemiyordu kızının. Bisiklete de binsin, kitap da okusun,
çizgi film de izlesin, sitede diğer çocuklarla da oynasın istiyordu. Sitedeki
bütün arkadaşları dershaneye, bilmem nereye gidiyordu o da ayrı bir konuydu.
Fakat tüm bunlara karşın yinede çarpım tablosunu ezberleyememesini
hazmedemiyordu kızının.
“Ohoooo, hem televizyonun sesi
sonuna kadar açık, hem de gözler pencereden dışarıya bakıyor. On dakikadır seni
izliyorum. Karadeniz’de gemilerin mi battı?” diyen güleç yüzlü hemşirenin
sesiyle kendine geldi. Saat 13:30 olmuş, serumun değişmesi ve hapların alınması
saati gelmişti.
“Hemşire güzeli, biraz acele
edebilir miyiz?” dedi. Sesinde bir sevinç ve telaş vardı. “Senin yüzünden basın
açıklamasını kaçırmak istemiyorum” diye ekledi.
“Bence seçileceği kesin” dedi gül
yüzlü, gamzeli, orta boylu, kısa kumral saçlı hemşire. Ve ekledi ”Sakın
heyecandan serum şişesini falan düşürme”.
İyice yakınına geldiğinde, hemşirenin
ne kadar kötü sigara koktuğunu fark etti. Daha önce defalarca bunun sohbetini
yapmışlardı ama yine dayanamadı: “Her gün gözünüzün önünde, sonuçlarını, nelere
yol açtığını görüyorsunuz. Ama yinede şu meretten vazgeçmiyorsunuz” dedi. Ama sözü biter bitmez hemşirenin “Seher Başhekim
gelecek biraz sonra, sanırım taburcu oluyorsun yakında” dediğini duymadı. Çünkü
gene kızının yirmi beş yıl önce söyledikleri aklına geldi. “Baba içme şu
sigarayı. Hem kendine yazık hem parana” derdi. Biraz parayı çok mu seviyordu
ne? Yok yok parayı çok sevse kendisini ulusuna adarmıydı hiç. Ne iş teklifleri,
ne çok paralar önerilmişti de “Ben yurdum için çalışacağım, yurduma olan
borcumu hakkıyla ödeyeceğim” diyerek geri çevirmişti bütün teklifleri.
Acaba kızını bu kadar yurtsever;
Mustafa Kemal, Nazım aşığı yapmasaymıydı? “Boş ver be kızım, para nerede ise,
huzur orada” mı deseydi? “Yok yok böylesi iyi oldu, böyle olmasaydı çok
üzülürdüm” diye düşündü ve hafifçe gözleri doldu.
Bu arada hemşire serumu bağlamış,
haplarını teker teker içmesini sağlamıştı.
Bu arada kızının hediye ettiği
“tKonuş-5” (kendi %100 yerli malı telefonumuzun son modeliydi) telefonu
çalıyordu. Açtı telefonu karısıydı arayan.
-Bugün gelemedim, dizlerim çok
ağrıyor, hafif başımda ağrıyacak gibi. Haberlere az kaldı, belki unutmuşsundur
diye aradım.
-Geldik mi geldik mi? Diye cevap
verdi. İnsan yaşlansa da, akciğerinin yarısı da alınsa, sonda takılı da olsa,
yinede huyundan vazgeçmiyor.
Karısı ile böyle şakalaşırlardı
ara sıra. Televizyonda izlemişlerdi beraber. Yıllar önce onlar gençken bir
güldürü programında, yaşlı karı koca anlaşmaya çalışıyorlardı. Birisi bir şey
soruyor, diğeri anlamıyor uyduruyordu.
Karısı karşıdan cevap verdi: “İyi
yolculuklar, kendini üşütme emi”.
İkiside gülüştüler telefonda.
Sonra karısına: “Hiç unutur muyum,
televizyonun sesini sonuna kadar açtım zaten. Biraz önce hemşire hanım geldi,
serumu bağladı, haplarımı verdi. Artık ağrım yok, nasıl olsa birkaç güne kadar
çıkıyorum” dedi.
Gözü televizyona ilişti, alt
yazılar geçmeye başlı tekrar: “Beklenen gün geldi. Bilim ve Teknoloji bakanı,
TUAM ve Tübitak başkanı açıklamayı biraz sonra yapacaklar. Basın üyeleri
içeriye alındı”. Haber öncesi reklamlar başladı.
Gözleri televizyonda iken
karısının telefonun öbür ucunda olduğunu unuttu. Karısı bağırıyordu “Alooooo,
beni duyuyonmu? Ordamısın, heyyyy”.
“Buradayım buradayım, haydi yarın görüşürüz hoşça kal” diyerek karısının
telefonu kapatmasını bekledi.
Tam telefonu kapatmıştıki,
başhekim kapıdan girdi. Yanına geldi, sol yanağından bir “makas” aldı, sağ
yanağına bir öpücük kondurdu, tatlı sesiyle:
-“Canım amcam, amcaların en
güzeli, hastanemizin maskotu, nasıllar acaba bugün?” Hep böyle candan, içten
konuşurdu oldum olası. Dünyalar tatlısı bir doktor olmuştu yeğeni, hem de
profesör.
-“Turup gibi, turup gibi” dedi.
Eskiden beri şakalaşmayı severlerdi. Bir aydır aralarında böyle yeni bir
şakalaşma şekli de oluştu. Turp gibi demiyordu nasıl olduğu sorulduğunda,
“Turup” gibi diyordu.
-“Babam aradı, bir saat sonra
burada olurmuş. Ben şimdi gidiyorum. Sonra babamla geliriz” dedi. Hınzır bir
gülümsemeyle “ Zaten sonuç belli televizyonu kapat artık istersen” diyede
ekledi.
Son sözlerini duymadı yine
yeğeninin. Gözleri televizyon ekranındaydı ama aklına abisi düşmüştü. Abisini
çok severdi, kendisine hep onu örnek almaya çalışırdı. Ama bir konuda örnek
almayı unuttu: sigarayı bırakma konusunda! O da yaşlanmıştı ama daha dinç
görünüyordu. Belki sigarayı erken bıraktığı için, belki canını çok sevdiği
için. Evet evet kendisine çok dikkat ederdi abisi.
Televizyon ekranında tarih 9 Ocak
2039 ve saat 14:00’ü gösteriyordu. Ekranın sol üst köşesinde kırmızı beyaz bir
Türk bayrağı dalgalanıyordu. Canlı yayına geçmişlerdi. Toplantı salonundaki
masanın ortasında Bilim ve Teknoloji Bakanı Serhat Göker, sol yanında Tübitak
başkanı Öznur Çırak ve sağ yanında TUAM başkanı Buse Gümrah oturuyordu.
Etrafına bakınan ve basın
üyelerinin hazır oldukları onayını alan bakan konuşmasına başladı: “Değerli
basın mensupları ve sevgili yurttaşlarım. Haziran ayında fırlatılacak uzay
aracımız Nasrettin-1 ile uzaya gidecek olan bilim insanlarımızın listesini
biraz sonra açıklayacağım. Listede 3 adet Türk uzay bilimcisi ve bir adet de
Azerbeycan’lı bilim insanı bulunmaktadır. Adlar soyadına göre sıralanmıştır:
Prof. Dr. Kemal Aydın, Prof. Dr.
Nebiye Kekik ve Prof. Dr. Ceren Zekioğlu ve Azerbaycan...” Konuşmanın
sonrasını hatırlamıyordu. Hatırladığı sadece serum şişesinin yere düşünce
çıkardığı ses ve kendi ağlama sesiydi.