1 Aralık 2014 Pazartesi

Uyuşturucu İlleti

Bütün siyasi iktidarların beğendiğimiz ve beğenmediğimiz, desteklediğimiz ve desteklemediğimiz birçok uygulamaları olmuştur ve olacaktır.
İdeolojime ters diye Akape’nin yaptığı her şeye tukaka dersem vicdansızlık yapmış olurum.
Akape iktidarının da bana göre yaptığı güzel işlerden bazıları şunlar:
1) Ailesinde engelli olan yurttaşlara maaş bağlaması, onların zorluklarını ve sıkıntılarını kısmen de olsa gidermesi, bu kişilerin toplum içine çıkabilmeleri, görünür olma korkularının önüne geçmesi ve toplumla kaynaşabilmelerine olanak sağlaması. En önemlisi toplum bu konuda farkındalılık yaratması.
2) İlk-orta-lise öğrencilerine ücretsiz ders kitaplarını dağıtması sonucu eğitim-öğretime büyük katkı sağlaması (ancak minicik öğrencilere bunun propaganda aracı olarak kullanılması son derece yanlış, bilimsellik ve eğitselliğin ön plana çıkarılması  da gerekiyor) sonucu ailelere kısmen de olsa ekonomik katkı sağlanması ve sosyal devlet olmanın en temel göstergelerinden birisi olan herkese ücretsiz eğitime olanak sunulması
3) “Dumansız Hava” projesiyle sigaranın kapalı hatta bazı açık ortamlarda içilmesini engellemesi
Bence çok önemli iki eksik kaldı: UYUŞTURUCU İLE MÜCADELE VE YÜKSEKÖĞRENİM ÖĞRENCİLERİNİN YURT VE BARINMA SORUNLARI.
Eğer sigara ile ilgili verilen mücadele ve girişimler uyuşturucu maddeler ve türevleri için de verilirse bu kötülükten kurtulmuş oluruz toplum olarak. Olayın üzerine kararlılıkla gitmek gerekiyor ki ben Akp iktidarında bu kararlılığı ve gücü görüyorum. Ve öyle inanıyorum ki bu sorun KÜRT sorunu kadar önemli ve BARIŞ SÜRECİ kadar da acildir.
Yükseköğrenim öğrencilerinin yurt sorunu da en az uyuşturucu ile mücadele kadar önemlidir. Çünkü cemaat evlerinde yükseköğrenim öğrencilerinin beyinleri uyuşturulmaktadır. 
Paralel yapı ile mücadele eden iktidar bu "uyuşturma" sürecini bitirebilir. Bunun için her ilimize o ilin öğrenci kapasitesi kadar yurt yapması sorunu ortadan kaldıracaktır. Bu ekonomik güç devletimizde vardır. Hatta okullaşma oranımız için yapılan “vergi ödeme okul yap” seferberliği gibi bazı girişimleri özel sektörün yurt yapıp devlete bağışlamasını sağlayabilir.
Fakat paralel yapı ile mücadele ediyorum diye ilgili-ilgisiz herkese, solculara yaptığı gibi hukuksuzca, adaletsizce, insafsızca, acımasızca, kinle ve nefretle saldırırsa devlet bu doğru olmaz.
Her şey insan hak ve özgürlüklerine uygun olarak yapılmalı. Özellikle Cem Uzan'a yapıldığı gibi, zaman zaman Doğan Holdinge yapıldığı gibi YOK ETMEK üzere hareket edilirse bunu kimse affetmeyecektir.

Bir Kariyer Öyküsü

Bir öğrencim ile karşılaştım koridorda. Selamlaştık kendisiyle ve neler yaptığını sordum. Ben onun hala öğrenci olduğunu ve bu yıl mezun olacağını sanıyordum. Hatta stajının nasıl gittiğini sordum. O da geçen yıl mezun olduğunu, çıkış belgesini almaya geldiğini ve bir elektronik firmasında çalıştığını söyledi.
Hatta çalıştığı yer liseden bir arkadaşının imiş. Öğrencim (ÖĞRETMEN) üniversiteye gelmiş, Bilgi Teknolojileri Öğretmenliği okumuş, arkadaşı lise bitince ticarete atılmış ve şimdi ÖĞRETMEN olan arkadaşını yanında çalıştırıyormuş.
Aslında binlerce üniversite mezununun öyküsünden birisi yukarıdaki. 4-5 yıl oku, uğraş, yüzlerce sınava gir ve git arkadaşının yanında çalış. İşsiz kalsa daha mı iyi diye sorabilirsiniz halkı olarak.
Uzun uzun sohbet etme olanağı yoktu. Çünkü bir an önce belgeyi alıp gitmek istiyordu ve birkaç imza eksiği kalmıştı onları tamamlamak istiyordu.

Vedalaşıp gitti.

27 Haziran 2014 Cuma

Sorun Çıkmasın Yeter *

Artık yaşlandım mı, kafayı mı oynattım, başka bir kadın mı oldum. Nasıl istersen öyle düşün.
Aslında bu yazıyı dün yazmak istemiştim ve son dönemde etkilendiğim KIŞ UYKUSU filminden alıntılar yapabilmek adına incelemeye başlamıştım ki, son dakika gelişen olaylar yazmamı engelledi ve bugüne bırakmak zorunda kaldım.
Neden yazmayı düşündüm, çünkü hediye, kutlama olaylarına bakışını biliyorum, sana (belki bana da) saçma geliyor, sürpriz yapsam pek etkilenmezsin… Diğer taraftan da 15. Yılı atlamak istemiyorum. Hani senin gibi kapitalizmin bir dayatması gibi bakmıyorum ve köyde yaşayan bir karı koca da olsa, ara sıra birbirlerini hatırlamaları, belki üzerine tarla yada ev yapmasa da "al kız sana tarladan kekik getirdim" demesi gibi bir şey belki beklenilen, onun yaşamında var olduğunu, önemli olduğunu aksettirmesi. Önemli olan günümüz hediye beklentileri gibi değil belki. Zaten ikimizi de mutlu etmez mali değeri yüksek anımsatıcı unsurlar. Ama önemsenmek istiyor insan. Bizim uzun süredir atladığımız "Yaşamımda sen varsın ve iyi ki varsın" mesajını ara sıra almak istiyor ve belki böyle günler bu tür beklentilerin daha üst düzeye çıktığı günler haline geliveriyor kendiliğinden. Keşke herkes gibi mali değeri yüksek bir şey, belki bir çiçek mutlu edebilseydi ikimizide. Mesela ben sana bir cep telefonu hediyesi aldığımda mutlu olabileceğini düşünseydim yada sen bana alacağın bir çanta veya ayakkabı ile benim mutlu olacağımı düşünseydin. Beklentiler bunlar değil ama beklentiyi karşılayan ne oda belli değil. Daha doğrusu beklenti ne?
"Artık yaşlandım mı, kafayı mı oynattım, başka bir adam  mı oldum. Nasıl istersen öyle düşün."
Aydın böyle duygular içinde karısına. Başka bir adam olduğunun farkında ama yaptığı bir şey de yok bunu değiştirmek adına, kendini bırakmış, nasıl istersen öyle düşün diyerek suyu tamamen akışına bırakmış. Ama Nihal mutsuz bu durumdan. Mutsuzluğunun farkında olmasına rağmen o da bir şey yapmıyor, o da suyu bırakmış akışına. Sorun çıkmasın yeter beklentisinde.
Kendimizi bulmadık mı filmde. Ayna tutmadı mı bize.
Sorun çıkmasın yeter...

*Eşimin bana gönderdiği bir e-posta

11 Haziran 2014 Çarşamba

Eğitim Şart!

            “Göbeğini kaşıyan adam”
“Bidon kafalı”
“Çobanla benim oyum bir mi?”
Yukarıda yazılanlar Türk insanını betimlemek amacıyla kullanıldılar. Bunları kullanan yazar, gazeteci ve düşünürler de birileri tarafından linç edilmeye çalışıldı.
Fakat “eğri oturup doğru konuşmak” gerekmiyor mu?
Hırsızın hiç mi suçu yok?
Benim yaşadığım şehirde aşağıdaki fotoğraf bire bir yaşanıyor ve ne yazık ki insanlarımız ölüyor.
Eğer hızım biraz yavaş olsaydı ve durma olanağım olsaydı aynı görüntüyü ben fotoğraflayacaktım. Bu da bize daha gidecek çok yolumuz olduğunu gösteriyor, değil mi?



Kırmızı ışıkta duruluyor değil mi?


Sınırsız İhtiyaç Yoktur Vahşi Tüketim Vardır!

Afrika atasözü şöyle der: “Bu dünya bize atalarımızdan miras kalmadı, biz onu çocuklarımızdan ödünç aldık.”
Dolayısıyla en güzel varlıklarımızdan ödünç aldığımız bu dünyayı korumak ve kollamak durumundaydık. Doğayı korumak, canlıları korumak, yaşamı korumak, yaşama ve yaşayanlara saygı duymak, canlıların yaşamlarını sürdürmelerine yardımcı olmak en temel insanlık göreviydi.
Ama bundan sonra yukarıdakilerin bir anlamı kalmadı.
Bugün bütün dünya basınında aynı haber vardı: “son üç aydır bütün canlılarda döllenme durmuş durumdadır.” Yani hamilelik süresine bağlı olarak bir süre sonra doğum olayları ne yazık ki gerçekleşmeyecektir. Yani bunun anlamı birkaç ay sonra türlerin devamı gelmeyecektir.
İşte şimdi dünyadaki her şeyi canice, acımasızca, adaletsizce tüketebilirsiniz. Çünkü sadece “SİZ” varsınız ve torunlarınıza bir gelecek bırakmak durumunda değilsiniz artık.
Ve bu yaptıklarınızla övünebilirsiniz.




2 Haziran 2014 Pazartesi

Gurbet

Yüksek yüksek tepelere ev kurmadılar,
Evleri yüksek yüksek kurdular.
Aşrı aşrı memlekete kız vermediler,
Kızları kardeşlerine vurdurdular.
Babalar atlarla uçup gitmediler,
Uçaklarla çocukları boğdular.
Kardeşler yelkenlilere binmediler,
Kardeşi kardeşe kırdırdılar.

30 Mayıs 2014 Cuma

Unutmayacağız

Tuz koktu satamaz oldu tuzcu,
Siyah mıdır senin unun hey uncu,
Zevk duydu olanlardan bozguncu,
Nasıl kıydılar sana UĞUR MUMCU.

Tutamadık yaydan fırladı ok,
Elbette bizim suçumuzda çok,
Açlar aç, toklar yine tok,
Nasıl kıydılar sana BAHRİYE ÜÇOK.

Ana babaların gözü hep yaşlı,
Kimi çocuk, kimi genç kimi yaşlı,
Onurlu, akıllı ve dik başlı,
Nasıl kıydılar sana AHMET TANAR KIŞLALI.

Kandırdılar gençleri çoğu toy,
Sen soy garibanı daha soy,
Doy ne olur artık kana doy,
Nasıl kıydılar sana MUAMMER AKSOY.

Güzel söyler, güzel yazar Livaneli,
Acıma sen bük silah tutan eli,
Sevmelisin hep kalem tutan eli,
Nasıl kıydılar sana SERVER TANİLLİ.

Yüz yıllarca kalır güzel söz,
Anacığı diyemedi kötü söz,
Hep kardeşiz bilki öz be öz,
Nasıl kıydılar sana DOĞAN ÖZ.

Acı çekti anası, kızı, oğlu,
Kimi Hanak, kimi Evreşe, kimi Of’lu,
Netsin artık netsin hasırı çulu,
Nasıl kıydılar sana ÜMİT KAFTANCIOĞLU.

Hayvan sever nasıl giyer acep kürk,
Ermeni, Laz, Kürt ve Türk,
Gençliğe güvenmiş Yüce Atatürk,
Nasıl kıydılar sana ABDULLAH BAŞTÜRK.

Düşmanları kovaladı batılı ve doğulu,
Bizi biz biliriz ne bilsin ki eloğlu,
Sevenlerin gözleri hep buğulu,
Nasıl kıydılar sana NECİP HABLEMİTOĞLU.

Sizi vuran bilinmiyor değil,
Zalimlikte, hainlikte oldular ehil,
Hesapları sorulacak bunu bil,
Nasıl kıydılar sana CAVİT ORHAN TÜTENGİL:

Can Yücel’in babası Hasan Ali,
Ne güzel bir eserdir Keşanlı Ali,
Senin için ölenleri unutma ey ahali,
Nasıl kıydılar sana SEBAHATTİN ALİ.

 Yurt severler verdi hep kan ve ter,
İnsan olan insana nasıl zulüm eder,
Herkes sana “baba baba” der,
Nasıl kıydılar sana MUSA ANTER.

29 Mayıs 2014 Perşembe

Dermanım Ol

Dolu yağdı ürünüme bağıma,
Su karıştı pekmezime yağıma,
Hain girdi ormanıma dağıma,
Tut elimden dermanım ol sen benim.

Kurtlar girdi koyunuma kuzuma,
Namert sövdü kadınıma kızıma,
Cellat oldu şair ve yazarıma,
Tut elimden dermanım ol sen benim.

Garip kaldın bu illerde Mustafa’m,
Bildim artık bitmeyecek hiç tasam,
İnsan olmak, insan ölmektir yasam,
Tut elimden dermanım ol sen benim.

28 Mayıs 2014 Çarşamba

Ey Yurttaş

      Yaz ayında olur mu hiç ayaz,
İşçi-memur bağırır avaz avaz,
Ne olur katip bunları da yaz,
Duy sesimi duy ne olur ey yurttaş.

Kardeş olmuş kardeşine düşman,
Kan kaplamış herbir yanı yine kan,
Bunu eden hiç olmaz mı pişman,
Gör olanı gör ne olur ey yurttaş.

Vakti gelir ürünler olur hasat,
Yaşat içindeki umudu yaşat,
Taş yerine sen onlara ekmek at,
Ver elini ver ne olur ey yurttaş.

Gün gelecek dönecek bu devran,
Vur zillere vur ürkecek bu kervan,
Korkak olma birazda hızlı davran,
Ver cezayı ve ne olur ey yurttaş.

Pasta büyük bize düşeni çok az,
Hep yoldular tüyümüzü olduk kaz,
Biz ağladık onlar aldı bundan haz,
Sor olanı sor ne olur ey yurttaş.

Nasrettin-1

Biraz uyuyabilmişimiydi ne? Yada sızıp kalmışmıydı?  Farkında değildi. Zaten önemli de değildi. Nasıl olsa 14:00 haberleri biraz sonraydı. Aklı hep oradaydı bu sıralar.
Yıllar ne çabuk geçti diye düşündü. Fakat son bir ay bir türlü geçmiyordu. Geçiyordu da ona geçmiyor gibiydi.
Dile kolay yetmiş beş yıl. Zihninde yetmiş beş yılı ay olarak, gün olarak hesaplamaya çalıştı, olmadı. Acaba diyordu, canım kızım nasıl o kadar ince hesapları yapabiliyor, nasılda kafası çalışıyor?
“Ödevini yaptın mı? Türkçe ödevi kapağı güzel olmamış” diyen karısını düşündü. Acaba 14:00 haberlerini o da merakla bekliyor muydu? Bu nasıl düşünce tabi ki bekliyor diye kızdı kendine.
Sonra kendini düşündü:
-Dört çarpı dokuz?
- Otuz dokuz, şeyyy otuz iki, hayır yaaa otuz altı.
Oysa kızının “tak” diye sonucu bilmesini istiyordu.
Aslında çok zorlanmasını, hep ders çalışmasını istemiyordu kızının. Bisiklete de binsin, kitap da okusun, çizgi film de izlesin, sitede diğer çocuklarla da oynasın istiyordu. Sitedeki bütün arkadaşları dershaneye, bilmem nereye gidiyordu o da ayrı bir konuydu. Fakat tüm bunlara karşın yinede çarpım tablosunu ezberleyememesini hazmedemiyordu kızının.
“Ohoooo, hem televizyonun sesi sonuna kadar açık, hem de gözler pencereden dışarıya bakıyor. On dakikadır seni izliyorum. Karadeniz’de gemilerin mi battı?” diyen güleç yüzlü hemşirenin sesiyle kendine geldi. Saat 13:30 olmuş, serumun değişmesi ve hapların alınması saati gelmişti.
“Hemşire güzeli, biraz acele edebilir miyiz?” dedi. Sesinde bir sevinç ve telaş vardı. “Senin yüzünden basın açıklamasını kaçırmak istemiyorum” diye ekledi.
“Bence seçileceği kesin” dedi gül yüzlü, gamzeli, orta boylu, kısa kumral saçlı hemşire. Ve ekledi ”Sakın heyecandan serum şişesini falan düşürme”.
İyice yakınına geldiğinde, hemşirenin ne kadar kötü sigara koktuğunu fark etti. Daha önce defalarca bunun sohbetini yapmışlardı ama yine dayanamadı: “Her gün gözünüzün önünde, sonuçlarını, nelere yol açtığını görüyorsunuz. Ama yinede şu meretten vazgeçmiyorsunuz” dedi.  Ama sözü biter bitmez hemşirenin “Seher Başhekim gelecek biraz sonra, sanırım taburcu oluyorsun yakında” dediğini duymadı. Çünkü gene kızının yirmi beş yıl önce söyledikleri aklına geldi. “Baba içme şu sigarayı. Hem kendine yazık hem parana” derdi. Biraz parayı çok mu seviyordu ne? Yok yok parayı çok sevse kendisini ulusuna adarmıydı hiç. Ne iş teklifleri, ne çok paralar önerilmişti de “Ben yurdum için çalışacağım, yurduma olan borcumu hakkıyla ödeyeceğim” diyerek geri çevirmişti bütün teklifleri.
Acaba kızını bu kadar yurtsever; Mustafa Kemal, Nazım aşığı yapmasaymıydı? “Boş ver be kızım, para nerede ise, huzur orada” mı deseydi? “Yok yok böylesi iyi oldu, böyle olmasaydı çok üzülürdüm” diye düşündü ve hafifçe gözleri doldu.
Bu arada hemşire serumu bağlamış, haplarını teker teker içmesini sağlamıştı.
Bu arada kızının hediye ettiği “tKonuş-5” (kendi %100 yerli malı telefonumuzun son modeliydi) telefonu çalıyordu. Açtı telefonu karısıydı arayan.
-Bugün gelemedim, dizlerim çok ağrıyor, hafif başımda ağrıyacak gibi. Haberlere az kaldı, belki unutmuşsundur diye aradım.
-Geldik mi geldik mi? Diye cevap verdi. İnsan yaşlansa da, akciğerinin yarısı da alınsa, sonda takılı da olsa, yinede huyundan vazgeçmiyor.
Karısı ile böyle şakalaşırlardı ara sıra. Televizyonda izlemişlerdi beraber. Yıllar önce onlar gençken bir güldürü programında, yaşlı karı koca anlaşmaya çalışıyorlardı. Birisi bir şey soruyor, diğeri anlamıyor uyduruyordu.
Karısı karşıdan cevap verdi: “İyi yolculuklar, kendini üşütme emi”.  İkiside gülüştüler telefonda.
Sonra karısına: “Hiç unutur muyum, televizyonun sesini sonuna kadar açtım zaten. Biraz önce hemşire hanım geldi, serumu bağladı, haplarımı verdi. Artık ağrım yok, nasıl olsa birkaç güne kadar çıkıyorum”  dedi.
Gözü televizyona ilişti, alt yazılar geçmeye başlı tekrar: “Beklenen gün geldi. Bilim ve Teknoloji bakanı, TUAM ve Tübitak başkanı açıklamayı biraz sonra yapacaklar. Basın üyeleri içeriye alındı”. Haber öncesi reklamlar başladı.
Gözleri televizyonda iken karısının telefonun öbür ucunda olduğunu unuttu. Karısı bağırıyordu “Alooooo, beni duyuyonmu? Ordamısın, heyyyy”.  “Buradayım buradayım, haydi yarın görüşürüz hoşça kal” diyerek karısının telefonu kapatmasını bekledi.
Tam telefonu kapatmıştıki, başhekim kapıdan girdi. Yanına geldi, sol yanağından bir “makas” aldı, sağ yanağına bir öpücük kondurdu, tatlı sesiyle:
-“Canım amcam, amcaların en güzeli, hastanemizin maskotu, nasıllar acaba bugün?” Hep böyle candan, içten konuşurdu oldum olası. Dünyalar tatlısı bir doktor olmuştu yeğeni, hem de profesör.
-“Turup gibi, turup gibi” dedi. Eskiden beri şakalaşmayı severlerdi. Bir aydır aralarında böyle yeni bir şakalaşma şekli de oluştu. Turp gibi demiyordu nasıl olduğu sorulduğunda, “Turup” gibi diyordu.
-“Babam aradı, bir saat sonra burada olurmuş. Ben şimdi gidiyorum. Sonra babamla geliriz” dedi. Hınzır bir gülümsemeyle “ Zaten sonuç belli televizyonu kapat artık istersen” diyede ekledi.
Son sözlerini duymadı yine yeğeninin. Gözleri televizyon ekranındaydı ama aklına abisi düşmüştü. Abisini çok severdi, kendisine hep onu örnek almaya çalışırdı. Ama bir konuda örnek almayı unuttu: sigarayı bırakma konusunda! O da yaşlanmıştı ama daha dinç görünüyordu. Belki sigarayı erken bıraktığı için, belki canını çok sevdiği için. Evet evet kendisine çok dikkat ederdi abisi.
Televizyon ekranında tarih 9 Ocak 2039 ve saat 14:00’ü gösteriyordu. Ekranın sol üst köşesinde kırmızı beyaz bir Türk bayrağı dalgalanıyordu. Canlı yayına geçmişlerdi. Toplantı salonundaki masanın ortasında Bilim ve Teknoloji Bakanı Serhat Göker, sol yanında Tübitak başkanı Öznur Çırak ve sağ yanında TUAM başkanı Buse Gümrah oturuyordu.
Etrafına bakınan ve basın üyelerinin hazır oldukları onayını alan bakan konuşmasına başladı: “Değerli basın mensupları ve sevgili yurttaşlarım. Haziran ayında fırlatılacak uzay aracımız Nasrettin-1 ile uzaya gidecek olan bilim insanlarımızın listesini biraz sonra açıklayacağım. Listede 3 adet Türk uzay bilimcisi ve bir adet de Azerbeycan’lı bilim insanı bulunmaktadır. Adlar soyadına göre sıralanmıştır:
Prof. Dr. Kemal Aydın, Prof. Dr. Nebiye Kekik ve Prof. Dr. Ceren Zekioğlu ve Azerbaycan...” Konuşmanın sonrasını hatırlamıyordu. Hatırladığı sadece serum şişesinin yere düşünce çıkardığı ses ve kendi ağlama sesiydi.

Nere Gidem

Temmuz aylarında donar mı su,
Alın yazım kaderim mi bu,
Yandın pirim yandın mı hu,
Nere gidem, nasıl edem ben.

Önce Maraş, sonra Çorum ve Sivas,
Nolur su dök nolur sende bir tas,
Nereye kadar sürecek bu yas,
Nere gidem, nasıl edem ben.

Ağlar gözün ağlar içim Mustafa,
Vazgeçme sen olanlara yor kafa,
Senin için oldu dünya bir sofa,
Nere gidem, nasıl edem ben.





Nereye Sürükleniyoruz?



Tüm İnsanlar kardeşmidir?

Neredeyse her gün "din" adına yapılan bir saldırının ardından yüzlerce kişinim ölümlü haberini görüyoruz yazılı, görsel yada sosyal medyada. Hani herkes kardeş idi? Hani "Yaratılan yaratandan ötürü sevilir" idi? Hani "Tanrı verdiği canı kendisi alır" idi?
Daha eskilere gitmiyorum: 1400 yıldır din savaşları sürüp gider. Belki 1400 yıl sonra bir din baskın gelip diğer dinlerin üyelerini keser, ortadan kaldırır ve tüm dünya insanları o dine mensup olurlar. Başka din yoktur yeryüzünde artık...
Sonra bu dinin üyeleri 1400 yıl daha kendi aralarında mezhep savaşlarını yürütürler, birbirlerini boğazlarlar ve bir mezhep tüm dünyaya hakim olur. Fakat milyonlarca kadın, çocuk, erkek, genç ve yaşlı yok olmuştur (siz öldü deyin isterseniz yada şehit oldu).
Ve 1400 yıl daha bu mezhepte olanlar cemaat yada bilmem ne için savaşmaya başlar ve başlar kesilmeye devam eder. Yani savaş, kan, zulüm, işkence...
Oysa kardeş kardeş, din, dil, ırk, cinsiyet, renk ve bilmem ne ayrımı yapmadan barış içinde yaşayabilsek. Acaba bu barışı İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi sağlayamaz mı?

Bıraksak din savaşlarını, "senin dinin senin", "onun dini onun" ve "benim dinsizliğim benim" olsa. Yok etmeye çalışmasak diğerini, dünya daha  güzel ve yaşanılır olmazmıydı?


1) http://www.hurriyet.com.tr/dunya/26625901.asp -

Müslümanları ayırıp kalanları katlettiler

Kenya’nın doğusundaki turistik Mpeketoni kentinde, Dünya Kupası maçı izlendiği sırada saldırı düzenlendi. Bir karakol, iki otel ve bir bankaya düzenlenen silahlı saldırılarda en az 48 kişi hayatını kaybetti. Saldırıyı Somali merkezli El Şebab örgütü üstlendi.


Ağız Tadıyla

Bir kuru yaprak yeter mutlu olmaya Bir bayrak dalgalansa yeter Varsın dallar çıplak olsun  Yeşil çimenler sarsın dört bir yanı Beyazları bol...