UMUDUMUZ HALEN GENÇLİKTEDİR
Mustafa Kemal Atatürk üstün zekâ ve öngörüsüyle Türkiye Cumhuriyeti ve Cumhuriyet devrimlerinin teminatı olarak gençleri görmüş ve geleceği de gençlere emanet etmiştir.
Her dönem bu sorumluluğun bilincinde olan Türkiye gençliği
hala aynı bilinç, sorumluluk ve anlayış ile Atatürk’ün gösterdiği o “muassır
medeniyet” seviyesine ulaşmak için bütün gücüyle çalışmaya devam etmektedir.
Ülkenin yönetimindeki olumsuzluklardan, kardeşin kardeşi
öldürmesinden, acı çektirmesinden ve ötekileştirmesinden çok acı duymakta, ulusal
barış ve kardeşliğin sağlanması için çaba gösterirken aynı zamanda Suriye iç
savaşında olduğu gibi uluslararası barış ve kardeşliğin sağlanması içinde
elinden geleni yapmaktadır.
Nerde bir zulüm, baskı, şiddet olsa gençler sosyal medyadan
örgütlenip gerekli tepkilerini dile getirmekte, ölümler, sürgünler ve göçlerin
yarattığı çığlıklar onları derinden yaralamaktadır.
Küresel ısınmaya, hayvanlara kötü muameleye, kadınlara
yönelik şiddete karşı var güçleri ile karşı koymaktadır gençler.
Sınav odaklı eğitim sistemi gençleri sadece test çözmeye ve “daha
çok test çözmeye” zorlarken, kıyasıya rekabetle arkadaşlarından bir soru daha
fazla çözmeye zorlamakta ve tam bir yarış atı anlayışıyla gençler sınav
dişlileri arasında posası çıkana kadar ezilmekte, “yaş almadan
yaşlanmaktadırlar” adeta. Merak, ilgi ve beklentileri törpülenen gençler
okumaktan, okuldan zevk almaktan alıkoyan bu sistemle bir nevi robot durumuna
dönüştürülmektedir.
Abdal olan ataları her ne kadar sistem dışına itilmiş olsa da, gençler aptal
atalarının “Etliye sütlüye karışma”, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın”,
“devletin malı deniz yemeyen domuz”, “ülkeyi sen mi kurtaracaksın”, “sen bilmezsin”,
“daha dur sen dünkü çocuksun” demelerine aldırış etmeden, iyiden, güzelden,
doğrudan, haklı ve adaletten yana olmaya devam etmektedirler.
Hırsızlık, üç maymunculuk, adam sendecilik toplumun neredeyse
geçerli değer yargıları biçimine geliyorsa da, gençlerin tercihleri doğruluktan
ve dürüstlükten yanadır.
Sokağın, çelik çomağın, saklambacın ve sokak arası futbol
karşılaşmalarının yerini artık tablet ve telefonlar aldı. Bu cihazlara
ulaşabilen gençlere ne mutlu ki bilgisayarlardan, tabletlerden ve akıllı
telefonlardan her türlü bilgiye, veriye erişiyorlar. Bilgi parmaklarının ucunda
ve bir "tık" kadar uzakta onlara. Yaşam Orada, eğlence orada, arkadaşlar orada.
Ve henüz oralar özgür ortamlar. Kimse onlara web ortamlarında karışamıyor,
onları aşağılayamıyor, fiziki şiddet gösteremiyor. “Muassır medeniyet” sadece bilime,
teknolojiye sahip olmak ve kullanabilmek olmasa da önemli bir adım değil mi?
Ne yazık ki her dönemde olduğu gibi gençlere baskı kurulmaya,
özgürlüklerini engellemeye, yapma-etmelerine karışılmaya da devam ediliyor.
Gezi parkı eylemleri bu baskıların dışa vurumu değil miydi? Bu eylemlerde
gençler dövüldü, öldürüldü, sakat bırakıldı. Ama nerede bir ağaç kesilse,
nerede bir canlıya zarar verilse, nerede halkın doğal yaşam alanlarına müdahale
edilmeye kalkılsa gençler karşı koymaya ve seslerini çıkarmaya devam ediyorlar.
Baskı ve korkular yıldırmaya yetmiyor gençleri.
Her ne kadar zaman zaman birileri kışkırtmaya çalışsa da,
gençler artık daha çok ortak noktalarda buluşabiliyor, konuşabiliyor,
tartışabiliyorlar. Bir birlerinin dinlerine, ırklarına, cinsiyetlerine yada
cinsiyetsizliklerine müdahale etmiyor, edilmesine de izin vermiyorlar. Yaşam
biçimlerine müdahale edilmesinden de nefret ediyorlar.
Gençlerin vatan anlayışı Nâzım dedelerinin vatan anlayışları ile aynıdır. Eğer vatan “bazılarının çiftliği, bazılarının oyun alanı ve bazılarına da açlık, yokluk ve işkence” alanı olmuşsa bundan en büyük huzursuzluğu gençler duyuyorlar. Ve bu yüzden de zaman zaman aidiyetlerini sorgulamakta, karamsarlığa kapılıp yurt dışında kendilerinde yaşam düşlemektedirler.
Vatan mutlu, huzurlu ve sağlıklı olunacaksa vatan değil
midir? Vatan, üzerinde yaşayanın “mensubu olmaktan onur, gurur, mutluluk
duyduğu” toprak parçası değil midir? “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” dan, “her
şey devlet ve devletin bekası için” e gelinmesi, sorma, sorgulama, hakkını
arama, “Ya sev ya terk et” denmesi, gençlerin kendilerini değersiz görmelerine
yol açmaktadır ve huzursuzluk kaynağıdır.
Gençler Mustafa Kemal Atatürk’e olan vefa borçlarından bir
adım geri kalmış değillerdir. Aksine bu bilinçle yürüyüşlerine devam
etmektedirler. Her ne kadar 19 Mayıs, 23 Nisan, 29 Ekim bayram, onur ve gurur
günleri olmaktan çıkarılmaya, yasaklanmaya çalışılsa da gençler bu değerli
emanetlere sahip çıkmak için var güçleri ile mücadele etmektedirler.
Ülkelerini Özal, Demirel, Ecevit, Çiller ve Erdoğan’dan daha iyi yönetebileceklerinden de emindirler. Eğitim, kültür düzeyleri sözü edilen
liderlerden daha fazladır. Çünkü gençler artık sadece lisans mezunu değil aynı
zamanda yüksek lisans, doktora mezunudur.
Gençler Türkiye’deki sosyal, kültürel ve en önemlisi ekonomik
adaletsizliğin farkındadırlar. Ve gittikçe ekonomik zorluklar içine düşen
ailelerinin de yaşadığı zorlukların bilincindedirler. Bazı kaynaklar hala açlık
ve yoksulluk sınırında milyonlarca ailenin olduğunu göstermektedir. Hatta bu
sayının ülke nüfusunun beşte biri olduğu da iddia edilmektedir kimi kaynaklarca.
Sırça köşklerinde oturan, tuzu kuru olan yada siyasi nemalanmalardan
yararlanan küçük bir azınlığın dışında, gençler iş, aş, “eş”
bulabileceklerinden emin değillerdir. Genç işsizlerde işsizlik oranları %25’ler
düzeyinde yani dört gençten birisi işsizidir.
Seçme ve seçilme yaşının aşağıya çekilmesi "sandıktan" öteye
gidememiş, gençler yönetim kademlerinde hala “ak saçlıların” yada saçsızların
arkasından gitmek zorunda kalmışlardır. Evet deneyim önemlidir ama sadece deneyim
de felaket değil midir?
Her dönemin kendine özgü koşulları var muhakkak. Bir kuşak
savaşların olumsuzlukları içinde büyüdü. Yoksulluk ve yokluk çok daha yaygındı
günümüzdekinden. Ama gençler
ana-babalarından bilgi, eğitim, kültür konularında çok çok öndelerdir. Yani artık
ellerini taşın altına koyabilecek yetkinliktedirler.
Küresel sermayenin para ve sermaye piyasaları aracılığıyla
yapmış olduğu kar transferleri ne yazık ki orta sınıfların ortadan kalkmasını
sağlamış, var olan gelir dağılımı daha da bozulmuş, yoksulluk yaygınlaşmış ancak
en tepedeki mutlu azınlığın gelir düzeyi artmıştır sadece. Bu adaletsiz gelir
dağılımı gençlerin çelişkileri daha net görmesini sağlamıştır.
“Bütün bu durum ve şartlarda” gençler, ulusal ve uluslararası
barış, kardeşlik ve özgürlüğün sağlanması için, sadece ulusal ölçekte
örgütlenmenin yeterli olmadığını, uluslararası örgütlerle işbirliği içinde
olunması gerektiğinin de bilincindedirler.
Büyükler “biz en iyisini yaptık” dediler. Hep kendilerinin ne
kadar saygılı, anlayışlı olduğunu anlattılar. En büyük övünçleri “Asla
babalarının yanında bacak bacak üstüne atmamalarıydı” (çok büyük bir maharetmiş
gibi). Artık büyüklere düşen görev gençleri anlamaya çalışmak, onlara sürekli
sadece ödev ve sorumluluklarını hatırlatmakla kalmayıp, haklarını da hatırlamak
ve vermektir. Gençlere kendilerini ifade etme fırsatı tanımalı, söz vermeli,
yetki vermeli ve kendi kararlarını verme ortamı yaratılmalıdır.
Gençler “güzel günler görmek ve motorları maviliklere sürmek”
için sabırsızlanmaktadırlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder