28 Mayıs 2014 Çarşamba

Nasrettin-1

Biraz uyuyabilmişimiydi ne? Yada sızıp kalmışmıydı?  Farkında değildi. Zaten önemli de değildi. Nasıl olsa 14:00 haberleri biraz sonraydı. Aklı hep oradaydı bu sıralar.
Yıllar ne çabuk geçti diye düşündü. Fakat son bir ay bir türlü geçmiyordu. Geçiyordu da ona geçmiyor gibiydi.
Dile kolay yetmiş beş yıl. Zihninde yetmiş beş yılı ay olarak, gün olarak hesaplamaya çalıştı, olmadı. Acaba diyordu, canım kızım nasıl o kadar ince hesapları yapabiliyor, nasılda kafası çalışıyor?
“Ödevini yaptın mı? Türkçe ödevi kapağı güzel olmamış” diyen karısını düşündü. Acaba 14:00 haberlerini o da merakla bekliyor muydu? Bu nasıl düşünce tabi ki bekliyor diye kızdı kendine.
Sonra kendini düşündü:
-Dört çarpı dokuz?
- Otuz dokuz, şeyyy otuz iki, hayır yaaa otuz altı.
Oysa kızının “tak” diye sonucu bilmesini istiyordu.
Aslında çok zorlanmasını, hep ders çalışmasını istemiyordu kızının. Bisiklete de binsin, kitap da okusun, çizgi film de izlesin, sitede diğer çocuklarla da oynasın istiyordu. Sitedeki bütün arkadaşları dershaneye, bilmem nereye gidiyordu o da ayrı bir konuydu. Fakat tüm bunlara karşın yinede çarpım tablosunu ezberleyememesini hazmedemiyordu kızının.
“Ohoooo, hem televizyonun sesi sonuna kadar açık, hem de gözler pencereden dışarıya bakıyor. On dakikadır seni izliyorum. Karadeniz’de gemilerin mi battı?” diyen güleç yüzlü hemşirenin sesiyle kendine geldi. Saat 13:30 olmuş, serumun değişmesi ve hapların alınması saati gelmişti.
“Hemşire güzeli, biraz acele edebilir miyiz?” dedi. Sesinde bir sevinç ve telaş vardı. “Senin yüzünden basın açıklamasını kaçırmak istemiyorum” diye ekledi.
“Bence seçileceği kesin” dedi gül yüzlü, gamzeli, orta boylu, kısa kumral saçlı hemşire. Ve ekledi ”Sakın heyecandan serum şişesini falan düşürme”.
İyice yakınına geldiğinde, hemşirenin ne kadar kötü sigara koktuğunu fark etti. Daha önce defalarca bunun sohbetini yapmışlardı ama yine dayanamadı: “Her gün gözünüzün önünde, sonuçlarını, nelere yol açtığını görüyorsunuz. Ama yinede şu meretten vazgeçmiyorsunuz” dedi.  Ama sözü biter bitmez hemşirenin “Seher Başhekim gelecek biraz sonra, sanırım taburcu oluyorsun yakında” dediğini duymadı. Çünkü gene kızının yirmi beş yıl önce söyledikleri aklına geldi. “Baba içme şu sigarayı. Hem kendine yazık hem parana” derdi. Biraz parayı çok mu seviyordu ne? Yok yok parayı çok sevse kendisini ulusuna adarmıydı hiç. Ne iş teklifleri, ne çok paralar önerilmişti de “Ben yurdum için çalışacağım, yurduma olan borcumu hakkıyla ödeyeceğim” diyerek geri çevirmişti bütün teklifleri.
Acaba kızını bu kadar yurtsever; Mustafa Kemal, Nazım aşığı yapmasaymıydı? “Boş ver be kızım, para nerede ise, huzur orada” mı deseydi? “Yok yok böylesi iyi oldu, böyle olmasaydı çok üzülürdüm” diye düşündü ve hafifçe gözleri doldu.
Bu arada hemşire serumu bağlamış, haplarını teker teker içmesini sağlamıştı.
Bu arada kızının hediye ettiği “tKonuş-5” (kendi %100 yerli malı telefonumuzun son modeliydi) telefonu çalıyordu. Açtı telefonu karısıydı arayan.
-Bugün gelemedim, dizlerim çok ağrıyor, hafif başımda ağrıyacak gibi. Haberlere az kaldı, belki unutmuşsundur diye aradım.
-Geldik mi geldik mi? Diye cevap verdi. İnsan yaşlansa da, akciğerinin yarısı da alınsa, sonda takılı da olsa, yinede huyundan vazgeçmiyor.
Karısı ile böyle şakalaşırlardı ara sıra. Televizyonda izlemişlerdi beraber. Yıllar önce onlar gençken bir güldürü programında, yaşlı karı koca anlaşmaya çalışıyorlardı. Birisi bir şey soruyor, diğeri anlamıyor uyduruyordu.
Karısı karşıdan cevap verdi: “İyi yolculuklar, kendini üşütme emi”.  İkiside gülüştüler telefonda.
Sonra karısına: “Hiç unutur muyum, televizyonun sesini sonuna kadar açtım zaten. Biraz önce hemşire hanım geldi, serumu bağladı, haplarımı verdi. Artık ağrım yok, nasıl olsa birkaç güne kadar çıkıyorum”  dedi.
Gözü televizyona ilişti, alt yazılar geçmeye başlı tekrar: “Beklenen gün geldi. Bilim ve Teknoloji bakanı, TUAM ve Tübitak başkanı açıklamayı biraz sonra yapacaklar. Basın üyeleri içeriye alındı”. Haber öncesi reklamlar başladı.
Gözleri televizyonda iken karısının telefonun öbür ucunda olduğunu unuttu. Karısı bağırıyordu “Alooooo, beni duyuyonmu? Ordamısın, heyyyy”.  “Buradayım buradayım, haydi yarın görüşürüz hoşça kal” diyerek karısının telefonu kapatmasını bekledi.
Tam telefonu kapatmıştıki, başhekim kapıdan girdi. Yanına geldi, sol yanağından bir “makas” aldı, sağ yanağına bir öpücük kondurdu, tatlı sesiyle:
-“Canım amcam, amcaların en güzeli, hastanemizin maskotu, nasıllar acaba bugün?” Hep böyle candan, içten konuşurdu oldum olası. Dünyalar tatlısı bir doktor olmuştu yeğeni, hem de profesör.
-“Turup gibi, turup gibi” dedi. Eskiden beri şakalaşmayı severlerdi. Bir aydır aralarında böyle yeni bir şakalaşma şekli de oluştu. Turp gibi demiyordu nasıl olduğu sorulduğunda, “Turup” gibi diyordu.
-“Babam aradı, bir saat sonra burada olurmuş. Ben şimdi gidiyorum. Sonra babamla geliriz” dedi. Hınzır bir gülümsemeyle “ Zaten sonuç belli televizyonu kapat artık istersen” diyede ekledi.
Son sözlerini duymadı yine yeğeninin. Gözleri televizyon ekranındaydı ama aklına abisi düşmüştü. Abisini çok severdi, kendisine hep onu örnek almaya çalışırdı. Ama bir konuda örnek almayı unuttu: sigarayı bırakma konusunda! O da yaşlanmıştı ama daha dinç görünüyordu. Belki sigarayı erken bıraktığı için, belki canını çok sevdiği için. Evet evet kendisine çok dikkat ederdi abisi.
Televizyon ekranında tarih 9 Ocak 2039 ve saat 14:00’ü gösteriyordu. Ekranın sol üst köşesinde kırmızı beyaz bir Türk bayrağı dalgalanıyordu. Canlı yayına geçmişlerdi. Toplantı salonundaki masanın ortasında Bilim ve Teknoloji Bakanı Serhat Göker, sol yanında Tübitak başkanı Öznur Çırak ve sağ yanında TUAM başkanı Buse Gümrah oturuyordu.
Etrafına bakınan ve basın üyelerinin hazır oldukları onayını alan bakan konuşmasına başladı: “Değerli basın mensupları ve sevgili yurttaşlarım. Haziran ayında fırlatılacak uzay aracımız Nasrettin-1 ile uzaya gidecek olan bilim insanlarımızın listesini biraz sonra açıklayacağım. Listede 3 adet Türk uzay bilimcisi ve bir adet de Azerbeycan’lı bilim insanı bulunmaktadır. Adlar soyadına göre sıralanmıştır:
Prof. Dr. Kemal Aydın, Prof. Dr. Nebiye Kekik ve Prof. Dr. Ceren Zekioğlu ve Azerbaycan...” Konuşmanın sonrasını hatırlamıyordu. Hatırladığı sadece serum şişesinin yere düşünce çıkardığı ses ve kendi ağlama sesiydi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ağız Tadıyla

Bir kuru yaprak yeter mutlu olmaya Bir bayrak dalgalansa yeter Varsın dallar çıplak olsun  Yeşil çimenler sarsın dört bir yanı Beyazları bol...